Sürdürülebilirliği üç farklı başlık altında ele alabiliriz. Sosyal sürdürülebilirlik, çevresel ve ekonomik sürdürülebilirlikle birlikte kurumların, ülkelerin ve tüm dünyanın sürdürülebilir şekilde kalkınması için en önemli bileşenlerden biridir. Her bir başlığın bir anahtar kelimesi vardır. Çevresel sürdürülebilirlik için bu “gezegen”dir. Ekonomik sürdürülebilirlik için “kâr” kelimesi ön plana çıkar. Sosyal sürdürülebilirlik ise “insan”ı merkeze alan bir sürdürülebilirlik yaklaşımı sunmaktadır. İnsanın sağlığını, güvenliğini, mutluluğunu, refahını, gelişimini, toplumla etkileşimini, eşitliğini vs gözetmeyen hiçbir plan, proje, süreç ya da uygulama sürdürülebilir olarak kabul edilemez.
Kurumsal düzeyde sosyal sürdürülebilirlik şirketlerin, çalışanlanlarının, müşterilerinin, tedarikçilerinin, yerel halkın ve değer zincirindeki tüm insanların üzerinde pozitif etkiler oluşturmak için benimsediği politikaları, belirlediği hedefleri, koyduğu kuralları ve yürüttüğü çalışmaları ifade etmektedir. Ülke bazında ele alırsak, bugün ekonomik ve refah anlamında gelişmiş tüm toplumlarda insanı merkeze alan bir yönetim anlayışı olduğunu rahatlıkla görebiliriz. Sosyal sürdürülebilirlik farkındalığı yüksek olan toplumların çevre bilinci de yüksek olduğundan tüm faaliyetlerin çevre ile uyumlu olduğunu söylemek mümkündür. İnsanın mutlu olduğu bu toplumlarda üretkenlik de yüksek olduğundan katma değerli projeler yürütmek, yeni işler kurmak, yeni pazarlara girmek daha kolaydır. Böylelikle ülke ekonomisi de hızlı bir şekilde gelişebilmektedir.
Sosyal sürdürülebilirliğin net bir tanımını yapmak veya sınırlarını çizmek zor. Çünkü çevresel ve finansal konularla çok fazla iç içe geçmiş durumda. Fakat yine de sosyal sürdürülebilirlik için olmazsa olmaz bazı koşullardan bahsetmek mümkün. Bunlardan biri yaşam kalitesidir. Şirketler çalışanlarının, ülkeler vatandaşlarının yaşam kalitesini artıracak girişimlerde bulunmalı, doğru politikalar belirlemeli ve bu konuda gelişimi sürdürecek hedefler koymalıdır. Diğer bir gereklilik olarak eşitlik ve çeşitlilik ilkesini söyleyebiliriz. Sosyal sürdürülebilirlik olgunluğuna erişen kurumlar ve ülkelerde insanlar ve topluluklar arasında arasında cinsiyet, din, dil, ırk, etnik köken, siyasi görüş vb gibi konularda hiçbir şekilde ayrımcılık yapılmaz. Yönetici ve çalışan kadrosunda her kesimden insanın bulunması öncelikli bir konudur.
Sosyal sürdürülebilirlik için bir diğer önemli konu da sosyal bütünlüktür. Bir toplumdaki her bir insan veya grup arasındaki bağlılık ve dayanışma derecesi ne kadar yüksek olursa o toplumlar çok uzun süre refah içerisinde yaşayabilir. Bunun kurumsal anlamdaki karşılığı ise şirketlerin birimleri arasında ortak hedeflere ulaşma yolunda yürütülen iş birliği ve karşılıklı anlaşma düzeyidir. İnsanların yaşadığı topluma veya çalıştığı kuruma karşı aidiyet duygusu ne kadar güçlü olursa toplumdaki sosyal bütünlük ve uyum da o kadar yüksek olur. Bu da sosyal sürdürülebilirliğin sürekli olarak gelişmesini sağlar.
Denetlenebilir, yönetilebilir ve gelişime açık bir demokrasi de sosyal sürdürülebilirliğin ön önemli koşullarından biridir. Kurumlar verdikleri kararlarda sadece üst yönetimin değil, çalışanlarının, müşterilerinin, yatırımcılarının, tedarikçilerinin ve diğer paydaşlarının fikirlerini, görüş ve önerilerini dikkate almalıdır. Devlet yöneticileri ve politikacıların da aldıkları kararlarda toplumun her kesiminin haklarını ve her bir vatandaşın çıkarlarını gözetmesi gerekmektedir. Bu sayede yöneticilere olan güven artar ve istikrarlı bir yönetim sistemi kurulmuş olur. Karar vericiler değişse bile mevcut sistem ve kurallar hata payını en aza indirir ve yönetim sürdürülebilir hale getirilebilir.
Bir şirketin sosyal sürdürülebilirlik performansını ölçmek için belirli konulardaki somut çalışmalarına, yaklaşımlarına ve kabul ettiği ilkelere bakmak gerekir. Bunlardan bazılarını şöyle sıralayabiliriz:
Sosyal sürdürülebilirlik, Birleşmiş Milletlerin belirlediği sürdürülebilir kalkınma hedefleri arasında da yer alıyor. Toplumsal cinsiyet eşitliği, nitelikli eğitim, insana yakışır iş, eşitsizliklerin azaltılması, sorumlu üretim ve tüketim, barış, adalet ve güçlü kurumlar, amaçlar için ortaklıklar gibi hedefler sosyal sürdürülebilirliği doğrudan etkilemektedir.
Kurumsal sürdürülebilirlik çalışmaları doğrultusunda sosyal konulara da öncelik veren işletmeler, bu çalışmaların çıktılarını her alanda alabilmektedir. Sosyal sürdürülebilirlik şirketlerin yeni pazarlara girmesini ve mevcut iş ortaklarıyla daha verimli işler geliştirmesini sağlayabilir. Çalışanların aidiyet duygusunu ve müşterilerin markaya olan bağımlılığını güçlendirir. Kamuoyunda sosyal sorumluluğu yüksek bir marka itibarı oluşturulabilir ve yasal düzenlemelere çok daha hızlı ve kolay bir şekilde uyum sağlanabilir.